13 Mart 2013 Çarşamba

Çini Hakkında Güzel Bir Yazı...


Çini; yüzyıllar öncesinden günümüze, hala güzelliğini ve cazibesini yitirmemiş eski (meyen) bir Türk el sanatıdır. Özellikle 15. yüzyıldan sonra Osmanlı sanatının parıldayan çehresini oluşturan çini varoluş macerasıyla da dikkat çekicidir.

Her şey, kuartz madeninin belli oranlarda karıştırıldığı çamuru elde edip ona istenen objelerin şeklinin verilmesiyle başlar.

Kur’an-ı kerimin beyanına göre; yarattığı her şeyi güzel yapan, ilk insanı yaratmaya da çamurdan başladı…kulaklar, gözler, gönüller yarattı.(32/7-8-9)

İşlenmemiş haline ‘ bisküvi’ adı verilen çini objelerine desen çizimi ilk önce kömür tozu yardımıyla yapılır. Daha sonra siyah veya mavi boya ile desenlerin dış hatları çizilir. Her desenin farklı bir manası vardır. Lale Allah’ın, gül Resulullah’ın sembolüdür. Servi ağacı sabrı, bahar dalları ise cenneti anlatmaktadır. Kontürleri tamamlanan desenlerin içleri usulünce boyanır. Çini sanatında tarih boyunca oluşmuş desen çizme ve boyama yöntemleri vardır. Bu yöntemlerin dışına kayarak yeni ve farklı tarzla yapılan çalışmalar orijinal çiniler kadar itibar görmemiştir. Adeta aslından uzaklaştıkça değer kaybetmiştir.

İnsan, Yüce Yaratıcı’nın en nadide ve süslü eseridir. Üzerindeki her nakış Rabbinin bir güzel ismine ayna olma kabiliyetindedir. İman derecesine göre bu aynanın parlaklığı artar veya azalır. Fıtratındaki güzelliklerden uzaklaştıkça değeri düşer.

Çinide, el emeğine göz nuru dökerek çizim ve boyama aşamaları tamamlanır. Renkleri ve motiflerin bir araya gelerek oluşturduğu mana ile gerçekten güzel bir eser ortaya çıkmıştır. Fakat daha eksik olan bir şeyler vardır. Görünüşü mat olduğu kadar renkleri hemencecik silinmeye, kendisi kırılmaya meyillidir.

Şimdi ‘sır’ lanma zamanıdır. Muhtevası meçhul olmasa da çininin fırınlanmadan önce bulandığı maddeye sır adı verilmiştir.

Allah’ ın kendilerine bir ikramı olan ‘keramet’ i dile getiren velilerin, Rabbiyle aralarındaki sırrı ifşa ettikleri için bu kerametten mahrum bırakıldıkları veya öldükleri söylenir. Sır, insanın kendinde kaldığı, dile düşürülmediği müddetçe insana çinideki gibi parlaklık verebilir.


Çini, artık fırına girip ateşle hemhal olmaya hazırdır. Çok yüksek sıcaklıkta yaklaşık yirmi dört saat kalır. Bu süre içinde bütün renkleri en güzel ve parlak hallerine bürünür. Desenleri, artık silinmemek üzere bütün güzellikleriyle adeta özüne yerleşir. Eğer ateşin hararetine tahammül eder ve patlamazsa ki bu ihtimal her zaman her çini parçası için vardır, ortaya göz kamaştırıcı ve zamanın eskiten gücüne mukavemetli, güzelliğini yüzyıllar sonrasına taşıyabilecek eserler ortaya çıkar.

İnsan, bazen ateş kadar acıtan imtihanlarla sınanır. Sınanmadan geçmemiş, geçememiş insanlar hamdır. Ne sohbetleri bir mana taşır ne eylemleri itibar görür.

Oysa çile, meyvenin güneş hararetini hücrelerinde hissederek olgunlaşması gibi kemale erdirebilir insanı. Eserleriyle asırlar sonrasını aydınlatan kamil insanların hayatında hep ateş gibi yakan çileler vardır. Ateşe dayanamayıp ‘ patlayanların’ bilmedikleri belkide ateşin yani çilenin yani sınanmanın geçici oluşudur. Fani dünyanın her hali gibi sıkıntıları da fanidir. Muvakkat sıkıntılardan insana kalacak olan ise bu hallere karşı gösterdiği tepkidir. Ya patlayıp kaybedecek ya da pişip kemale erecek, yüzyıllarca bozulmayan güzelliklere kavuşacaktır. Asıl marifet, ateşe tahammül sırrındadır.

Yazar: AYŞE ERASLAN